KİTABî 21
MASUMİYET KALP KASININ ÜZERİNDEKİ BİR DOKUDUR
Bazı uzak yerlerin,
çoğumuzun varlığını masal zannettiği yerlerin, görüp de varlığından emin olsak
fena halde şaşkınlığın dipsizliğine düşeceğimiz yerlerin, sonradan gelenlere daima garip görünen bir dokusu vardır; toprakta, evlerin duvarında, kayaların üzerinde,
ağaçların dallarında... Oraların rüzgarları, zamanın bir insanın yüzünde
bıraktığı gibi izler bırakır estikçe. Haymana’nın kırmızı rüzgarı sebep işte
oraların taşına toprağına bin yaşındaki bir adamın bin yıllık görmüş
geçirmişliğine benzer bir doku resmeden. Burhan Sönmez’in Masumlar’da yaptığı
şey, bir hikaye anlatmaktan daha fazlası. Masumlar bir kitap değil aslında;
biraz yer sofrası, biraz kardeş kokusu, biraz ağaç gölgesi, biraz tarhana
çorbası, biraz eski bir radyo sesi, biraz aç ve pasaklı ve fakat sevinçli bir
çocuk avcu, biraz kuş kanadı, biraz okul yolu, biraz biraz ekmek dilimi, biraz
da en iyi çocukluk arkadaşının altında yattığı mezarlık toprağıdır. Sen
Masumları okurken, evde en kapalı yerde dahi olsan hep bir rüzgar eser; kırmızı
bir rüzgar.
“Gece karanlığı, insanı içine çekerdi. Emir Halit ve on dört
yaşındaki babam geceleri çobanlık yapar ve yıldızların kapladığı güney
tepelerinde yetmiş iki bin evrenin derya kuyusuna inerlerdi. Emir Halit
gözlerini kapatarak kaval çalar, toprağa uzanan babamsa sonsuz gökyüzüne
dalardı. Üzerlerinden kırmızı bir rüzgar usulca geçerdi. Parmaklarını boşlukta
dolandıran babam, aniden kayan yıldızları yakalamaya çalışır, her seferinde
aynı dileği tutardı. Bir gün dileği gerçekleşirse, bunun yıldızların
merhametinden doğduğuna inanmaya hazırdı. Şefkatli bir yuvaydı gece onlar için.
Ay ışığı Emir Halit’in kavalı eşliğinde duru bir su gibi damlardı.”
Mesela karşımıza Ferman
gibi birisi çıksa, sussa onun gibi büyük büyük, çok derin sussa, yüzme bilmeden
dereye girip dakikada boğulan ergenler gibi onun susunda karanlığa, suya,
rüzgara karışsak, kendimize geldiğimizde başımızın üzerinde bir gökyüzü olsa ve
biz bundan sonra o gökyüzünün yeryüzünde nereye denk geldiğini asla
bilemesek... Başımıza öyle bir şey gelse ki biz ondan sonra evlere sığamasak,
kendimize değemesek. Masumlar’da ıssız ormanlara girecek, Haymana’dan kalkıp Cambridge’e
göçecek, mezarlıkta dolaşacak, bir antika dükkanında uzun zamanlar geçirecek,
kaderin kırık köprüsünden zalim sulara savrulmamak için bu kitap boyunca
farkında olmadan hep masumiyetine tutunacaksın. Neler yaşadığını hiç
bilmediğimiz insanlar geçiyor yanımızdan. Masumlar’dan sonra herkese biraz daha
dikkatli bakacaksın. Herkesi biraz daha anlayacaksın.
“Asya konuşurken bazen durur, dışarıdaki kırmızı rüzgarı
dinler, Ferman aniden gelecek diye ümit ederdi. Uzaklardan bir işaret çanı
duymuş gibi kalkıp evi temizler, yıkanmış örtüler sererdi. Ertesi gün güzel bir
rüya ile uyandığında, pınar başındaki gelinlere murada ereceğini söylerdi.
Sevmeyeni yok, üzüleni çoktu. Ona yakılmış türküler dilden dile dolaşırken o,
yarım kalmış mutluluğuna sahip çıkardı. Tanrının herkese böyle bir aşk nasip
etmesini ama kaderin başka türlü olmasını dilerdi.”
Eksik gibi gelecek
geçmişin sana. Masumlar boyunca esip duran kırmızı rüzgar bir yandan ruhunda
tuhaf dokular bırakırken sen de bir yandan kendi hikayene döneceksin. İnsan
Masumlar’ı okurken şansız hissediyor kendini; geçmişinde bir Tatar fotoğrafçı yaşamadığı,
çerçinin o kafiyeli küfürlerini hiç duymadığı, Kewe gibi bir çocukluk arkadaşı hiç
olmadığı için. Sen de öyle hissedeceksin.
“Pencerenin öbür tarafında oturan adamı gördüm. Mevsimlerin
kaderini bilen yaşlılar gibi baktı bana. Uzun saçları iki yandan boynuna ölü
yapraklar gibi dökülüyordu.”
Masum kalmak, ne olursa
olsun masumluğunu korumak, kimin gerçekten de masum olduğunu anlamak kolay mı,
mümkün mü, olabilir mi gerçekten de? Sadece olabileceğine inanmak bile yeter
belki aslında dünyayı daha iyi bir yer yapmaya. Başkalarından, onların
sırlarına ya da günahlarına bakmaksızın ‘masum’ diye söz eden bir kadının
yaşadığı bir dünyada, umutlu olmak için hala bir neden var demektir. Masumlar’ı
okursan sen de umutlanacaksın.
Yorumlar