KİTABÎ 22
BİR PARSLA GÖZ GÖZE GELİNCE DEĞİŞTİM
“Ormanda göz dolanır, diye geçirdim içimden. Bu,
ninemin laflarından biriydi. Ormana fazla gitme, diye tuttururdu ninem, ormanda
göz dolanır. Peki bu göz, olursa, nasıl bir gözdür nine, diye sorardım. Ne
bileyim, diye anlatırdı; sade bir göz. Renksiz, avuçsuz bir göz. Mesela
yalnızca bir göz. Kimseye ait olmayan bir uğursuz. Bunu gerçekten de gördüğünü,
gerçekten de görüldüğünü söylerdi. Hem de kaç defa.”
Bugünün çocukları hiç
bilmeyecek; onlar ne sokak gördüler ne evden kaçıp top sahasına giderken
mezarlıktan geçtiler ne evin arkasındaki ürkütücü, sırlarla dolu, suratsız
gözlerin, elsiz parmakların, dilsiz dudakların, bedensiz uğuldakların yaşadığı
mezbelelikte mahallenin kaderini belirleyecek çok önemli meseleler için
toplandılar ne de evde en muhafazalı yerde duran siyah deri kılıflı radyonun
tozunu almak için cebinde mis gibi bir Amerikan bezi taşıyan bir dedeleri oldu
onların. Dolayısıyla da neyi bilmediklerinden, neyi hiç yaşamadıklarından, neyi
hiç anlayamayacaklarından haberleri bile olmayacak. Bugünün çocukları, kendi
farazilerini kendileri uyduracak. Belki çok uzak değil, içinden geçecekleri
ormanları bile olmayacak bir zaman sonra. Nereden nereye değişti insan, zaman
öyle azgın akıyor ve artık ömür denilen yüzeyde yer öyle çorak ki, aklımızda
tutunacak dal bulamıyor yaşananların hiçbiri.
Faruk Duman dedi ki dün
sabah, “Gel ormanda biraz dolaşalım. Sana diyeceklerim var. Göstereceklerim
var. Ormanda bir kız var. Bir Pars var. Şimdiye kadar sen can kulağıyla
dinlememişsindir ormanda otun böceğin sesini, gel bak ormanda çok acayip sesler
var. Gel de sana bir orman kokusu sindireyim.” Olur gibi geldi.
Şimdilerde bizim
memlekette yalnız başına, kız başına ormana gitmenin büyük, delirtici,
bağırtıcı, korkutucu, öldürücü yanları var ama Faruk Duman’ın işaret ettiği
yerden ormana gidesim ve o hikayeyi dinleyesim geldi. Kitap okumak için hava da
güzel.
“Alçak dallar yüzümü yırtıyor, dikenli çalılar ayaklarımı
dağlıyordu. Parsın peşimden geldiğini hissediyordum. Dalların, çalıların
içinden bir gölge gibi sessiz, kıpırtısız geçiyor, korkunç homurtusuyla onları
adeta eritiyordu. Bir ara dönüp ona bakmak istedim. Ama yapamadım. Pars, o koca
diliyle ensemi yalıyor, boynumu yemeye hazırlanıyordu. Tam o sırada derenin
sesini duydum. Köprüye gidecek zaman yoktu. Dereyi geçmekle canımı
kurtaracaktım. Olmadı. Tökezleyen bir ceylan gibi, dizlerim kırılarak
yuvarlandım, sulara karıştım.”
Daha önce de ormandan
geçtiğim oldu. Bu başka. Böyle bir orman görmedim ben daha önce çünkü ormana
hiç böyle bakmadım. Faruk Duman vardı yanımda, korkmadım. Parstan korkmadım.
Kendi oğlunu kendi kızının içine sokan o pis suratlı adamdan korkmadım. Ses
çıkaran dallardan korkmadım.
Ceren’i anlattı;
yaşadıkları kimsenin yaşamına geçmesin inşallah. Resim’i anlattı Faruk Duman;
alem çocukmuş Resim. Kaderini yaşamış belli ki ama kadersiz derler bizim orada
Resim gibilere. Kara Halil’den bahsetti. Kara Halil’in deyimiyle ‘sırtına
binmediği binek, gözünden vurmadığı sinek kalmamış yaman bir avcı’ olan Avcı
Kemal’in ormana yaptığı büyülerden konuştuk.
Ve Bir Pars Hüzünle
Kaybolur kitabında bana daha önce başka bir kitapta başıma gelmeyenleri yaşatan
Faruk Duman, başka bir sayfada nereye gidelim dese giderim; kesin, tereddütsüz.
“Başımı kaldırıp yukarı baktım; dallar incelerek yükseliyor,
birbirine yol vererek. Tazelenip yapraklanarak uzuyorlardı. Bu yağmur
sonrasının, bu heyecan verici tazelenmenin çıtırtısını duyabiliyordum. Gövde
dallara su taşıyor, dallar biraz daha uzayabilmek için. Sanırsın birer uykulu
yılan. Gözlerini gökyüzüne dikmiş inatla genleşiyorlardı. Ama bir dal, bir
peygamber devesi güneşi nasıl karşılar. Işığın yükselmesini, gökyüzünün
kızararak, pençelenerek açılmasını. Ne ki bu dalın, gövdeden fışkıran bu arzulu
ucun bir sesi yoktur. Bu nedenle öyle sincaplar, gelincikler, tilkiler,
ağustosböcekleri gibi sevinemeyince ne yapsın. Şıvgın ne yapsın?”
Neler neler oluyor
sabahtan akşama kadar. Bazısını çocuğumuz hiç olmamış sayıyor. Olanın neye
sebep ya da mani olacağını zerre düşünmüyor. Bir Pars vuruluyor, son Anadolu
Parsı, çoğu kimsenin umuru bile olmuyor ama onun olmuş. 1974’te Beypazarı’nda
vurulan son Anadolu Parsı’na adadığı bir kitap yazacak kadar olmuş hem de.
Yorumlar
Kitabı nerden edinebiliriz?
Selam ve iyi dileklerimle esen kalınız.
Şerafettin Bayraktar
Övgü için çok teşekkür ederim :)
Kitap 2014 baskısı.
Bütün kitapçılardan satın alabilirsiniz.
Sevgilerimle,