KİTABî 17
AŞKI KAÇ KUPONA VERSELER ALIRSIN
“…Şebnem, çizgi fil kuzusu,
tütsülenmiş bir bahçede saklambaç oynuyor gibiyiz. Sensiz bütün tabancalar,
fincanlar, odalar boş; sokakların hepsi ıssız, hiçbir gezegende bana yer yok. …
Eline sihirbaz değneği geçmiş kör gibiyim. Arabalar etrafımda keskin frenler
yaparak duruyorlar. Beynime sıcak asfalt dökülmüş gibi hissediyorum, hasretin
katranı kafatasımdan gövdeme damlıyor. Şebnem, seninleyken içimi padişah gururu
kaplıyordu. … Bir yandan da karşında kendimi mağaranın girişindeki kütük gibi
hissediyordum. … Senden kaçış varsa bile kurtuluş yok Şebnem. Artık, su olsam
sana doğru akarım, uçak olsam sana doğru uçarım, erik olsam sana doğru
yuvarlanırım.”
Hayatta belki de duymaya, öyle olduğuna inanmaya en çok
ihtiyacımız olan söz ‘korkma, ben varım’ sanırım. Aşk öyle tuhaf ve sancılı ve
insanı perişan eden ve yakan ve zincirleyen bir durum ki insan kendisini
Eskimoların diyarında kırılan buzdan suya düşmüş ama kendine gelince, dünyanın
nefes alabileceği tarafına yeniden çıkışın kapısı olan o deliği kaybetmiş bir
güneyli gibi hissediyor. ‘Korkma, ben varım’ sözü ise işte tam o sırada
yeryüzünden, buzun üstünden, hayatın olduğu yerden gelen ışık gibi.
Murat Uyurkulak’ın deyimiyle karnaval sırasında baş gösteren
bombardımana benzeyen hikayeler yazan Murat Menteş, Korkma Ben Varım kitabından
bir ‘aşk romanı’ olarak söz edilmesine hayret eder mi bilinmez ancak bu kitap
bir erkeğin bir kadına yazabileceği en acayip ve buluşlarla dolu ve komik ve
ateşli aşk mektuplarının olduğu kitap.
Cibran’ın Mey’e yazdığı mektuplar, Kafka’nın Milena’ya
yazdıkları, Ahmed Arif’in Leyla Erbil’e gönderdikleri, Balzac’ın Evelina’ya ve
Stendhal’in Mathilde’e büyük bir aşkla kaleme aldıkları… O mektupların hepsi
bir tanrıtanımazın günde 24 vakit secde etmesine yol açacak değişim türünden
efsunlu bir etki yaratıyor insanın zihninde ve bedeninde.
Ingeborg Bachmann’ın Paul Celan’a gönderdiği mektuplardan
birinde “Canım, ağustos ortasında Paris’te olacağım. Beni Seine Nehri’ne götür,
küçük balıklara dönüşene ve birbirimizi yeniden tanıyana kadar bakalım sulara.”
demesinin ötesine geçecek sözleri kim bulabilir? Murat Menteş bulmuş. Korkma
Ben Varım’da Enver’in Şebnem’e yazdığı mektuplar, aşkınızdan midye kabuğuna
dönüşmeyi bile düşündürtecek tesire sahip.
“Şebnem; ceylanların
kuğuların sınıf arkadaşı, cıvıltılı cimcime, bal şelalesi. Şövalye olsaydım,
senin şerhine hücum etseydim, dudaklarını görünce kılıcımı düşürür, atımdan
düşerdim. Hiçbir zaferin erişemeyeceği tatta bir yenilgi olurdu. … Şebnem bak
hasretinden bütün günahlarım döküldü. … Senden sinyal beklemek, dünya dışı
uzayda yaşam belirtileri aramak gibi. … Bakıların, cennetin eşiğinde sorulan
bilmeceler gibiydi Şebnem. Artık hayatımın normale dönmesi imkansız. Şebnem sen
saklanınca ağaçların içi boşaldı, kular iskelete döndü, deniz pıhtılaştı,
gökyüzü felç oldu, bulutlar kireç bağladı, asfaltlar eriyor, minareler yamuldu;
İstanbul haşlanmış lahana gibi kendini saldı.”
Siyasetin çeşitli nedenlerle ve giderek daha büyük bir hızla
başka bir şeye dönüşmeye, yeniden tariflenmeye başladığı günümüzde insanlar
gönül işlerinde de bu denli çuvallıyorlarken kitapta Murat Menteş’in söz ettiği
gibi bir Gönül İşleri Bakanlığı da kurulsa fena olmaz hatta.
Kitapta hayatınızın en tuhaf karakterleri ile tanışacak, işin tuhafı
onları anlayacak, daha da tuhafı ise onların gerçekte var olmalarının aslında
dünyayı şimdikinden çok daha eğlenceli, güzel ve sahici yapacağına inanacak
kadar ileri gideceksiniz. Başkalarının intikamını alarak geçimini sağlayan
Gıcırbey’i, padişah yorganları satan Enver Paşa’yı, dul bir gangster olan
Hayati Tehlike’yi, herkesi teslim alan ama afaziye teslim olan Atom
Bombacıyan’ı, emir iletkeni Abidin Dandini’yi, Namık Mıknatıs’ı, zavallı
Kevser’i, tabii aşkı kupon karşılığı alınmaya çalışılan sevgili Şebnem’i
kitaptan hemen sonra unutmanızda, onları aklınızdan çıkarmanızda ve içinizde
onlardan bir yanlar aramamanızda fayda var.
Kitabı okurken pek çok konuda şüpheye düşecek, hemen peşinden
gelen bir cümlenin yardımıyla düştüğün yerden kalkacak, alkol testinden geçmek
için mangal kömürü emip zehirlenen bir sevgilim olsaydı yine de aşka tutunur
muydum diye kendinize soracaksınız.
“…Kesme işlemini
tamamlayınca ‘şimdi bu kuponları al lütfen’ dedi. ‘Bana aşık olmaya yaklaştığın
her adımda kuponların bir tanesini geri vereceksin. Yani kalbinde bana karşı
özel bir eyler hissettiğinde…’ bu olay beni birden dikkatli bir seyirci
pozisyonundan şaşkın oyuncu pozisyonuna sokmuştu. Enver ne kural tanıyor, ne de
kural koyuyordu. Oyunu tümüyle değiştiriyordu. Ateşin icadından önce ölüp
cehenneme giden mağara kadınının hayreti içindeydim.”
Kitabı şahane yapan ve ona ilkbaharın ilk sabahında çayırda
sevgiliyle öpüş gülüş kahvaltı keyfi tadı veren şey, Korkut’un Mübeccel’e
faydasının olmadığı bir dünyada; büyük kederlerin, cinayetlerin, ölümcül
dertlerin, yerle bir eden felaketlerin, kurşun yağmurlarının, damdan düşmüş
gibi olmaların, ‘alevleri görmezden gelerek yangını söndüremeyiz’ deyip suratınıza
gerçeğin tokadını vurmaların ortasında sizi bütün bunların tek bir an bile var
olmadığı bir kuytuya götürüp gıdıklaması…
Yorumlar