KİTABÎ 18
NEFESİN YETER Mİ DÜĞÜMDEKİ KEDERİ
DAĞITMAYA
Gözlerini açtığında Amira’yı
zıpkınladı bakışlarıyla; “Işığa bakacaksın. Hiç kimseye değil, yalnızca ışığa.
Kaybolmalısın Amira. Gözlerini kapatıp onlara başka bir dünyada olduğunu
hissettirmelisin. O dünyaya gelemeyeceklerini ve senin orada zevkten deliye
döndüğünü düşünmeliler. Kıvrandığını ve bu zevk denizinde yalnız kalırsan
mahvolacağını düşünmeliler. Onlara kendilerini senin tek kurtarıcın olarak
hissettirinceye kadar kendinle sevişmelisin.” Kendi belini sarıyor Madam Lila,
boynunu kıvırıyor, ölü bir kuş gibi. “Sonra düşürüp ritmini, yine onlara bu kez
tatlı tatlı o dünyada olsalar ne güzel olacağını hissettirmelisin. Sonra son bir
titremeyle, son kez çağırarak onları zevkten oluşan dünyana, vücuduna davet
ederek, yıkılmalısın. Yüzünde hissederek ışığı, tam gözlerinde, gözlerini
açmalısın. Amira onlara öyle bir bakmalısın ki… Hayatını mahvetmişler gibi
bakmalısın onlara. Sahnede günah olmalı. O günaha katılmak istedikleri için
içleri ezilmeli. Ayaklarına kapanmaları için onlara hiç olmadığı kadar suçlu
hissettirmelisin. Seni izledikleri için, hayran oldukları için, sonra seni o
dünyadan çekip alamadıkları için… Onları hiç affetmemelisin Amira.”
Bir kadın dans ederse ne olur? Bütün ruhlar çekilir, sesler
susar, akıllar efsunlanır, bütün yapılacaklar unutulur mu? Bir kadın şarkı
söylerse ne olur? Mısır’ın Altı Gün Savaşı’nı kaybetmesinin nedeni gerçekten de
Ümmü Gülsüm’ün şarkılarındaki kuşatıcı güç, özellikle de bir erkeğin
vücudundaki her yeri ansızın ele geçiren o amansız ve zamansız hoyratlık
olabilir mi? Asmahan’ın o güzel ve derin ve uçsuz bucaksız çöller gibi insana
yolunu kaybettiren gözlerine baka baka onun o güzel sesini, güzel şarkılarını
dinleyen bir adam, bütün soyunun canını alacak bir savaşın orta yerinde öyle
kıpırtısız kalabilir mi?
Etrafta kadınlar dans ederken, kadınlar şarkılar söylerken
devrim yapılabilir mi?
Kadınlar büyük kahkahalarla gülerken, kadınlar erkeklerin soğuk
ve karanlık gölgesinde yaşamaya mecbur oldukları yerde bile bir tutam ağdayla
en azından düşlerini erkeklerin bütün kıllarından temizleyecek falafelli
neşeler taşan eğlenceler yaparken, kadınlar kara kışta bile en çiçekli baharı
getirip sofraya koymakta bu kadar hünerliyken, kadınlar şarkılara inanıyorken,
kadınlar birbirlerinin acılarına iyi gelecek şifayı ellerinde, bedenlerinde,
gözlerinde, kalplerinde böyle kıymetle taşıyorken hakiki devrimi erkekler
yapabilir mi?
“Bunları anlatmak istemiyorum
artık. Devrimden sonra herkes devrimci oldu çünkü. Meğer millet ne kahramanmış
da haberimiz yokmuş! Bir avuç insandık biz, şimdi bakıyorum da meydanları
dolduruyor devrimciler. Ben de bekledim ki, sabrettim ki… Babama söyleyemeden
öldü. O içime oturuyor. Yazmadım, yüzüne söyleyeyim dedim. Yüzüne yüzüne yani.
Yani senin o orospu kızın diyeyim, senin o dansöz, aşufte kızın bu devrimi
yaptı…”
Kadınlar düğümlere üflediğinde; bin yıllık öfkenin hiddetiyle
karışmış, çöl kumları gibi her yere girip insan neslinin içine işlemiş, her bir
kadının kabindeki dipsiz hüzünle iyice yapış yapış olmuş bu ipler çözülür mü? Dünya
ve bütün bu yeryüzü, bir adam bir kadının kalbini kırarsa neler
yaşanabileceğini henüz bilmiyor olabilir mi? Olabilir. Kadınları yaralı,
kadınları üzgün, kadınları sessiz, kadınları yalnız bir toplum huzura varabilir
mi? Orada bahar olabilir mi? Düğümlere Üfleyen Kadınlar romanında Ece
Temelkuran’ın bizimle tanıştırdığı bütün kadınlar, Sevgili Meryem, Sevgili
Amira, Sevgili Madam Lila, Sayda; sözünü ettiği Dido, El Kâhina, Tanit, Tin,
Hinan ve daha nice kudretli kadın, Mısır’ın ve Tunus’un ve aslında bütün
dünyanın kadınları, hepsi… Elbette bugün her anı mis gibi bahar bir ülke için
kendi memleketlerinde sokağa çıkan bütün kadınlar, hepsi… Çok güzelsiniz. İyi
ki varsınız.
Bu dünyanın baharı kadınlardır ama erkekler zalimce, şiddetle,
durmadan bu dünyanın iklimini değiştiriyorlar. Aslında kadınlar bilseler ki,
Ece Temelkuran’ın dediği üzere ‘bir erkek, bir kadının nefesi kadar’, bilseler
belki işte o zaman kadınlar bir süre nefeslerini tutarlar. Belki baharın
kıymetini o vakit anlar bu yeryüzün erkek yanı.
Şimdi bu bahsi bir şarkıyla bitirelim; Ümmü Gülsüm’den gelsin,
Aşk Köprüsü.
Yorumlar