AMAZON 3

Genelde Venüslülerin bütün dağlarını tepelerini toz duman edip takvime saklanan geçmiş, Marslıların elinde oyuncakmış oysa hep. Marslılar, doğuştan ahbapmış geçmişle, bu yüzden hiç kurcalansın istemezlermiş geçmişleri. Ama kimin kimi nerede satacağı, bi’ Venüslünün geçmişin dilini ne zaman nerde çözeceği hiç belli olmaz. Geceleri Marslıların koynuna giden yolda ‘üzerinde rahat bir şeyler olsun’ diye giydiği pilili ekose eteklerin kopçasını açtığı kadar kolay açtı Venüslüler geçmişin çenesini; o da bi’ güzel çözüldü. Ademler müjde! Şimdilik hiçbir yere gitmiyoruz. Çünkü henüz size söylememiz gereken şeyler var. Geçmişin bize anlattıkları üstüne bahse girip kumar oynayacağız beraber; sadece bi’ kaç el strip poker. Kaslarınızı örten beyazları değil, bizim yaslarımızı örten siyahları soyunacaksınız. Ama bi’ dakika. Durun; yazıyı okumaya devam etmeyin. Yazının altına şöyle güzel, çarpıcı, konsantrasyon artırıcı bir müzik, bir fon müziği koymak istiyorum hemen. Siz Marslıların Almancayı sular spermler gibi öğrendiğiniz, izlerken Allaaddin’in sihirli lambasını parlatıp durduğunuz şu konulusu konusuzu size hiç fark etmeyen filmlerin müziğinden mesela. Yani okurken dikkatiniz dağılmasın diye. Size bunları söylemeden gitsek, yolculuğumuz asla yeterince eğlenceli olmayacaktı. Sizin olmadığınız dünyaya, yarım bıraktığınız heveslerimiz gibi, sonunda nokta yerine tırnak işareti bulunan bi’ cümle gibi giremezdik. Sırtınıza tırnaklarımızla bıraktığımız izlerin yeri kapanır ama aklınıza çığlıklarımızla bıraktığımız izlerin yeri, yerin yedi kat dibi gibi derin olacak. Nasıl? Müziği duyuyor musunuz? Aaa yoo yooo, sihirli lambaya ellemek yok; bırakın zavallı cin uyusun. Size göre her şey tam kıvama geldiğinde lambanın içinden çıkan o şaşkın cin, bırakın üç dileğinizi gerçekleştirmeyi, sadece o andaki tek dileğimizi bile yerine getiremedi çoğu zaman. Söyleyeceklerimize tam da buradan başlayabiliriz aslında. Bütün Marslılara söylüyoruz, Seinfeld’in bilmem kaçıncı bölümünde Elaine de söylemişti açık açık, ALDATILDINIZ! Tarafımızdan... Hem de defalarca. Yıllarca. Gecelerce. Bütün kadınlar, geceleri aynı işte çalışıyorduk biz. Karşılığında hepimizin kazancı başka oluyordu. Ama bizim kazandıklarımızla Paris’e uçak bileti, ihanete tek taş pırlanta alınmıyordu. Taklit işi yapıyorduk geceleri. Aldatıyorduk sizi. Aslında iyi tarafından bakın; gece taklitçileri itiraf ediyor gitmeden önce. Her kadın usta bir gece taklitçisidir. Taklit yaptığımızı anlamamanıza şaşa şaşa yaşadık biz. Sizin bencil, öğrenmeye ve keşfetmeye meyilsiz, daha çok skora meyilli tavrınıza katlanabilmek için, kendimize kaçtık ve taklit yeteneğimize sığındık; ‘mış’ gibi yapmanın kitabını yazarız yani ama sizin okumaya içiniz el verir mi bilemem. Aramızdan bazıları, sizin ertesi günkü meşin yuvarlak sohbetlerinizin ortasına yuvarlamak üzere, ihtiyacınız olan yumuşak zemin skoruna katkıda bulunmak mecburiyeti ile geceleri daha fazla taklit yapmak zorunda kaldılar. Bu aldatma orada bitmiyordu tabi. Yolumuz hep başkaydı sizinle, geceleri de ayrılırdı yol; siz gece gece bir kere daha erkek olduğunuzda, biz de kadınlığımızı unutmayalım diye, siz duşa giderken biz düşe giderdik. Yıkamak lazımdı her yerimizde kırmızı bi’ leke gibi duran taklit izlerini. Birileri görecek diye değil, bi’ gün farkına varıp aklımız kalbimize soracak diye… Saçlarımızın, ellerimizin, tenimizin, ömrümüzün en güzel yıllarını, kadınlığımızın yalnızca pilav pişirmek, çorap dürmek ve geceleri taklit yapmak olduğunu düşünen birilerine kaptırmayalım diye, siz uyuduktan sonra biz has adamlarla has bahçelerde fink atıyoruz. Siz her gece uçsuz bucaksız düş yerlerinde, bir kez daha, bir kez daha aldatılıyorsunuz. Ey Marslılar! Ne dersiniz, dünya sizin boynuzlarınızın üzerinde dönüyor olmasın.

Yorumlar

Popüler Yayınlar