KİTABÎ 12
ÇOCUKLARA BÜYÜK GELECEK MASALLAR
“Yaz, sevmeyenler için
her yıl geçmesi beklenen bir hastalık gibidir.
İstanbul, bu temmuz
şehre edepsizce zulmeden azgın bir yaza tamamen teslim olmuştu. Şiddetli nem,
şehri dev bir akvaryuma, İstanbulluları da bezginlikten kendi sivri dişlerinin
gücünü unutan devasa bir lüfere dönüştürmüştü. Sıcak, o kadar şeytanca
azapkârdı ki, şehri binlerce yıldır hiç terk etmeyen melekler, periler, azizler,
yatırlar, evliyalar, hayaletler, gulyabaniler, öcüler, cinler, Pagan tanrıçalar
ve tanrılar, göze görünmez bütün ilahi ve şerli varlıklar, aksakallı dedeler,
şifacı analar ortalıktan çekilmiş; masallara, efsane, menkıbe, destan, ninni,
dua, sema, ilahi, nefes, deyiş ve mânilere saklanmışlardı. Sıcağın etkisiyle
bütün duyguların kıvamı bozulmuş, sünmüş, uzamış, kimsenin herhangi bir konuda
başkasına sataşmaya hiç mecali kalmamış; küstah, fanatik, kuralcı ve kavgacılar
bile handiyse saygılı, edepli ve selim fanilere dönüşmeye başlamışlardı.
Sıcak, bütün
diktatörlerden daha zalimdir.”
Bazılarımız şanslıydılar. Kitap sayfalarına sığdırılmış ve bütün
dünyanın çocuklarına aynı anlatılmış masallarla değil; yazılı olmayan, ikinci
kez aynısı anlatılamayan, evlerin odalarına ve yataklara ve çarşafların altına
ve damlara ve kapı önlerine sığmayan masallarla büyüdüler onlar. Büyük
büyükanneleri, aksakallı dedeleri onlara içinde gerçek dışı evrenler, hiçbir
gözün göremeyeceği sihirler, geceleri uyanan dev kuşlar, kazanında türlü deva
kaynatan iyi kalpli cadılar olan masallar anlattı. O masallarda yüzünde bin bir
ömür taşıyan insanlar vardı. O masallarda suyun, toprağın, ateşin ve havanın
sırları saklıydı.
Buket Uzuner; Anadolu’da yeşeren, yaşayan, büyüyen bütün kültürleri
ruhlarına işleyecek biçimde etkilemiş kadim Kamanlık geleneğinin temel unsurları
olan su, toprak, hava ve ateşten ilham alarak yazdı yeni romanı ‘Uyumsuz Defne
Kaman’ın Maceraları’ dörtlemesinin ilk kitabı Su’yu. Yusuf Has Hacib’in “Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür. Kişinin
süsü yüz, yüzün süsü gözdür.” Sözüyle başlayan Su’yu, Kutadgu Bilig’in şifresi
olarak görenler de var.
Buket Uzuner, Su’da bütün canlıların eşit değerde olduğu anlayışıyla
doğayı ve yaşamı kutsayan kadim Türk geleneği Kamanlık'a bir kapı aralarken, bizi
hem eko-feminist bir okumaya ve bin yıl önce yazılmış olan Kutadgu Bilig’in
kilitlerini heyecanla açacak anahtarları bulmaya çağırıyor.
Romanın başkişisi Defne Kaman, o büyülü masallarla büyüyenlerin
kendilerin çok şey bulacakları, bazen o olacakları, bazen kendilerine dair
soruların yanıtını ondan umacakları bir gazeteci. Ailesinin bir kısmına göre
uyumsuz, kimilerine göreyse kutlu Defne.
“Evvel zaman içinde,
kalbur saman içinde, Dedem Korkut ile Ninem Umay beşiğimi tıngır mıngır sallar
iken’ diye başlayan eski Türk masallarında, uzak çok uzak diyarlarda, ailesini
soğuktan korumak için ağaç kesmek zorunda kalan eski Türk, önce, o ağaçtan özür
dilermiş. Ağaca, ihtiyacından fazlasını kesmeyeceğine, bundan böyle yediği her
yemişin çekirdeğini, tohumunu aynı yerlerde toprağa gömeceğine söz vererek,
ağacın canına ve onu yaratan güçlere dua edermiş.”
Defne’nin altıncı hissi çok kuvvetli. Türlü melekeleri, çeşit çeşit
marifetleri olan bir kadın Defne. Dilinin kemiği yoktu. İnandıklarının uğruna
değme kahramanlardan daha cesurca koşar, inanmadıkları için kılını
kıpırdatmazdı. İnanmadığı hiçbir şeyi kes kafasını savunmazdı. Kadınlara karşı
işlenen suçların peşinden giderken aklı daha da keskinleşir, gözleri var
olmayanı bile görür, kalbi en geniş ovadan bile daha büyük açılırdı. Bir gün
ardında iz bırakmadan ortadan kayboldu Defne.
Her zaman riskli, tehlikeli konularda araştırma yapan, birilerinin
kuyusuna çomak sokmak icap ediyorsa o çomağı var gücüyle en derinlere iten Defne’nin,
zaman zaman ortadan kaybolduğu olurdu. Yine kayboldu. Önce kimse önemsemedi.
Her zamanki kayboluşlarından biri zannettiler. Oysa bu defa Defne kendiliğinden
ortaya çıkamayacak bir nedenle kaybolmuştu. Zaman geçtikçe herkes endişelenmeye
başladı ve sonunda kayıp ihbarı yaptılar. Gittikleri karakolda Defne’nin durumu
ile ilgilenmek görevi komiser Ümit Kaman’a rast geldi. Rastlantı mıdır yoksa
denildiği gibi hayatta hiçbir şey tesadüf değil midir bilinmez, muhakkak vardır
bunun da bir sebebi. Yoksa neden başkası değil de Ümit Kaman? Defne Kaman’ı
aramak Ümit Kaman’a kaldı. Daha önce adını duymadığı bu kadınla aynı soyadı
taşımanın komiser Kaman’ın hayatında nelere neden olacağını o sıra kim nereden
bilebilirdi. Defne Kaman’ı araştırdıkça, onu tanıdıkça kafası daha da karıştı
komiserin ve olayları anlamaz oldu. Karakolda çıkan akraba söylentileri, nine
Umay Bayülgen’in karakol ziyaretleri de eklenince bulmacalarla ve heyecanlarla
dolu bir dram içinden adeta bir durum komedisi çıktı.
Hepsine inandılar ve
mantıklı buldular da ne bir yunusun bir insanı koruyacağına, ne de bir insanın
ölümden kurtulmak için yunusa dönüşebileceğine inandılar. Kendilerinden
boşanmak isteyen karılarını günde beşer beşer bıçaklayıp doğrayan kocalarla,
ölmemek için devlete yalvardığı halde korunmayan, göz göre göre ölen kadınların
olabilirliğine inandılar. Erkeklere, kendilerini dünyanın hakimi zannetmelerine
yol açan resmi eğitime ve kültüre, onların işsiz ve yoksul kalınca kendilerini
iktidarsız hissederek, biraz da mecburen karı ve kızlarına işkence ettiklerine,
daha ilginci, bunun tabiat kanunu olduğuna bile ikna oldular ama bir yunusun
iyilik yapacağına hayatta inanmadılar.
Gazeteci Defne Kaman’ın, ninesi Umay Bayülgen’in, komiser Ümit
Kaman’ın ve sahaf Semahat'in hikayesi Su. Komiser Ümit, sevdiğine kavuşmaya
çalışan, geleneklerin arasına sıkışmış genç bir erkek. Semahat, kendini sahaf
dükkânına ve kedilerine adamış genç bir kadın. Umay Nine, Kaman geleneklerini
yaşayan ve yaşatan bir otacı.
Defneyi, Umay Nine’yi, Ümit’i, Semahat’i tanımak, kendine gidilecek
yeni yollar, dünyayı ve doğayı sevmek ve anlamak ve her şeyle barışmak için
yeni nedenler arayan herkese iyi gelecek. Onların iyilik, hak, dürüstlük
hakkında söyledikleri, herkese yaşamlarının bundan sonrası için ilham verecek.
Tükettiğimiz, eksilttiğimiz, kirlettiğimiz, dönüştürdüğümüz doğayı şimdiye dek
olmadığı kadar sevecek ve kendinizle en karanlık yerinizde yüzleşeceksiniz.
Doğayı tükettikçe kendimizi tükettiğimizi, onu yiyip bitirdikçe kendimizi
bitirdiğimizi anlayacaksınız.
“Rüyanı suya anlat” diyen büyükannelerin bilgeliğini,
kucaklayışını, sonsuz anlayışını serin bir su gibi içeceksiniz bu kitapla.
Su bittikten sonra da günlerinizi serinin Çorum'da geçecek ikinci
kitabı Toprak'ı beklemekle geçireceksiniz.
Yorumlar