KİTABî 14
TAŞ UYKUNDAN UYAN KALBİM
Uyansa,
uyanıp kendine gelse, bakınca gördüklerini anlayacak zihin açıklığı verse evren
ona, belki de çok şey değişecek. Taş uykusundaki kalbimize normal gelenler, taş
uykusundaki aklımızca kabul edilenler belki kalbimizden başlayarak bizi önce
deliye döndürecek, sonra da ‘uyuyarak’ geçen onca zamanın dinlenmişliğiyle
diriltecek bizi. Tabii nasıl uyanalım? Hava sıcak, yerler pis, buzdolabı boş,
evde huzur yok, mahallede önümüzü kesiyorlar, dizler hep yara içinde,
havlulardaki lekeler çıkmıyor, kirpiklerimiz kısa, sakızımız sigara paketinin
üstünde kurumuş, yağlar hep zift olmuş ocağın üstünde, sokağın ışığını kafasına
göre yanıp sönüyor, apartman boşluğundan çaresizliğe hapsedilerek öldürülmüş
ruhların ceset kokuları geliyor zehir gibi… Nasıl uyanalım? Taş gibi uyursak
belki hayat kendi kendine geçip gider ve bizi hiç yormaz belki.
Diyelim bir otobüstesin, belediye otobüsünde. Neden hayatta
olduğunu, tanrının ve evrenin ondan tam olarak ne istediğini ara ara kendisine
sorsa da tam o sırada devreden lotonun toplam ikramiyesini hatırlayınca bu
soruyu unutan genç adamların ömrünün geçtiği belediye otobüsünde. Kocasının
dayağından sıtkı sıyrılmışsa da Sıtkıcığını yine de yere göğe sığdıramayan
ablaların ömrünün geçtiği belediye otobüsünde. Yazın en kavurucu sıcağında
temiz pak kuşanıp çarşıya gitmek için yollara düşen ve yanına oturan adamın
terle karışık toz toprak kokusu yüzünden neredeyse yaşama isteğini yitirecek
kadar keyfi kaçan teyzelerin ömrünün geçtiği otobüste. Şoföre verilsin diye
uzatılan akbilleri cebine indirmeyi kendine eğlence bellemiş heriflerin ömrünün
geçtiği otobüste. Otobüste 59 kişi var seninle beraber. Diyelim keyfin de
yerinde, diyelim herkesi duyasın var, diyelim çocuklar kâinatın derinlerinde
bin yıldır uyuyan bütün yaratıkları uyandıracak kadar yırtınarak bağırsalar da
sinirin bozulmayacak kadar iyisin bugün, diyelim dünyanın bütün derdini
yaşamışsın da hiç üşenmeden hayatını baştan sona temize çekmişsin ve bir
belediye otobüsündesin. Karamsarlığın prensesi olduğu söylenen, Bukowski olma
yolunda sakin sakin yürüdüğü düşünülen, gerçekçiliğin dibine ayak basmayı
başarabilmiş birisi olarak işaret edilen Aslı Tohumcu, seni elinden tutmuş ve o
otobüse bindirmiş diyelim.
Sabah ayakkabılarının üstüne basarken aslında kadersizliğini
ezerek yürüyen ve dosdoğru köşedeki tekel bayiine gidip geceden kalma ağzına
sigarayı bir nefes borusu gibi uzatan ergenin hali neyse, otobüsteki havanın
hali de o.
Abis’te ve Şeytan Geçti’de de insanı yorganı kafasının üstüne
çekip uykuya kaçmaya koşullandıracak bir ‘olmaz olsun’luklar zinciriyle
bağlayan Aslı Tohumcu, 'Taş Uykusu’nda şok edici ama aslında bakmaktan
körleştiğimiz bir fotoğraf çekmiş, bir insan haritası çizmiş.
Sokak aralarındaki, yol
kenarlarındaki, köprü altlarındaki, cami bahçelerindeki, köy kahvelerindeki,
yerin altına bilmem kaç basamakla inilen kokuşmuş bilardocularındaki, vitrini
beş karış toz tutmuş tuhafiye dükkânlarındaki, ağda yapılan odalarından incecik
çığlıkların sızdığı kuaför salonlarındaki, bin yıldır aynı poğaçayı pişiren ve
bin yıl daha aynı uyuzlukla bunu yapmayı sürdürmeye razı unlu mamulcülerindeki hikayelerine
bol keseden acı döken ve insanlarını umutsuzluğun vardığı boş verme eşiğinde
tutmak için türlü çeşit numaralar çeviren bir ülkenin 59 çeşit insanı işte bu
otobüstekiler. Onların içlerinden geçeni de, birbirlerine söylediklerini de,
telefonda kahrederek anlattıklarını da, kendi kendilerine mırıldandıklarını da
duymaya ve bundan sonra o duyduklarınızla yaşamaya hazırsanız; hadi.
Yorumlar