KİTABÎ 16
ATEŞ OLAN YERDEN DUMAN ÇIKAR
“… Biz yedi kardeştik… Bi baştan üç,
bi de sondan üç sayıyorsun, ben işte o ortadakiyim… benim en büyük abim, senden
yakışıklı olmasın Sonyamuk abim, çok yakışıklıydı… Öğretmen de senden güzel
olmasın ağabeycim, pek güzeldi… Abimle öğretmen birbirlerini derenin kenarında
görmüşler, görür görmez de alev alev yanar olmuşlar… Gel zaman git zaman, bakmışlar
böyle olmıycak, karar vermişler evlenmeye… Abim meseleyi babama açınca, babam
önce karşı çıktıydı… Babam, senden gıcık olmasın abi, çok gıcık bi adamdı…”
Hayatlarında şans diye bir şeyden asla söz edemeyen, daha
doğarken yanlışa denk gelen insanlar vardır. Onlarla ortak bir dil bulmanıza ya
da öyle ulu orta bir yerde evrenin bütün iyelik eklerine ayar çekerlerken yanlarında
durduğunuzda bile ne söylediklerini tam olarak bilmenize imkan yoktur. Onlar,
gönülsüz ‘iş’ten doğmuş hayırsız evlatlardır. Koca şehirleri leblebi nohut gibi
yutmaya hazırlanan bir zalimin kursağına kiraz çekirdeği itecek kadar gözü kara
olsalar da dizinize yatırıp sessiz sessiz sırtlarını sıvazlasanız gözyaşları
etinize işleyecek kadar narin çocuklardır. Yanlışa denk gelmenin türlü çeşit
teranesini, hayatın en acımasız kerhanesini, sadece şeytanın ve cinlerin ve
Numunelerin ve Yamukların ve Onbeşlerin, Hürlerin, Kumralların ve Ballıların ve
elbette Büyük A’nın hasbıhal oldukları nice hanesini onlar bilirler. Onların isteseler
size nefesiniz kadar yaklaşıp ensenizde boza pişirebileceklerini, onların
birisi sizi keser diye dönmeye cesaret edemediğiniz köşede geceye hiç aklınızın
kesmeyeceği hikayeler anlattıklarını, onların cevabı bazen size bizzat
verdiklerini fark edemezsiniz. Sizin bilmediğiniz, kitapların yazmadığı,
deneylerin çözmediği bir kimya ile hayata karışık olduklarını tahmin
edemezsiniz. Onların bir sokak arkada olduklarını, onların arkanızdan
geldiklerini kabul edemezsiniz. Görünmez olduklarından değil, yakıştırılmaz
olduklarından…
“Yağmurun babası
kimdi, biliyordu… Biliyordu buz ve ateş kimin rahminden çıkardı… Gün günden
solarken benzi o ışıksız mekanda, kalk ey Büyük A, diye bağırmak istiyordu,
kalk ve gör kendi davanı, âlemler zorbalıkla doldu… Lakin bağırmadı,
gözyaşlarıyla tecil etti isyanını… Asiler, kendileri gibi karanlık odalarda,
idam fermanını yazmışlardı adayımızın… Ki onlara harlı bir lanet vardı, gebe
kadınların karnı yarılacak, bütün şehirleri ebedi harabelere dönecek, belleri
titreyecek, bakiyeleri azaplardan azap beğenecekti ve…” Tefail, çiğnediği
kibrit çöpünü tükürüp bağırdı: “Edebiyat yapmayın lan, sadede gelin artık…
Anlatın, nasıl öldünüz?”
Nasıl anlatsınlar! Anlatsalar da bizi nasıl inandırsınlar! Kendi
anaları babaları bile diğer evlatlarına kana kana şıralar içirirken onları
çıralarla yana yana büyümeye mecbur etmişler. Öbür evlatlarını pamuklara
sararken, ne verdim de ne bekliyorum demeden bunların düşlerine ateş basmışlar.
Yanmış yani bu çocuklar. Bu delikanlılar yanmış. Sadece ağzı yüzü mü, ciğerleri
de canı da ise pusa bulanmış o deli kızlar hep yanmış. Hepsinin sabaha ermiş
kor gibi kokması da bundan. Bu çocuklar yanlışa denk gelmiş. Ne yapsalar, neyi
kırıp dökseler yeridir değil elbette ama Murat Uyurkulak’ın ‘Har’lattığı bu
gerçeği bu çocuklar nasıl değiştirsinler; doğru onlara hiç ikramda bulunmamış
ki. Şimdi doğuyla batıyı bu çocuklar bölüşmeye kalksalar, kimi yakar diye
umursamadan ateşi onlar atsalar ortaya bu defa, ellerinden hiç tutmayanları
ellerinin tersiyle düzüyle itip esirgediklerini zorla almaya kalksalar hayatın
elinden…
Ne yazılıyorsa biz onları okuyoruz ve hatta inanmak, inandırmak,
öyle olduğuna kanaat getirmek için de el birliği ediyoruz. Kıyamet kopuyor oysa
her gün o çocukların evlerinde, ellerinde. Biz hep bu dünyanın nasıl oluştuğuna
kafa yoruyoruz da o çocukların, yanlışa denk gelenlerin dünyasının nasıl
oluştuğunu hiç merak etmiyoruz. Har’da anlatmış işte Murat Uyurkulak. Öyle bir
anlatmış ki hem de… Bizi kıyametin ortasına doğru bile isteye yola düşürecek
kadar…
“Bu ülke, ki Netamiye
derler adına, ulu bir ejderhanın mide fesadından doğdu. Biz oradaydık, gördük
her şeyi. Kıyametin yarım boy küçüğü bir alamet gündü.”
Yorumlar